Müslümanlar arasında yaygın, aynı zamanda yanlış anlaşılan bir hususu dile getirmek istiyorum. Hemen hemen herkes tövbe ve dua ile aşinadır. İster sıkışıp çaresiz kaldığında isterse normal zamanlarda insanlar tövbe istiğfar getirip ardından da dua ederler. Fakat çoğu müslüman fiili olarak tövbelerinin ve dualarının Allah tarafından kabul görülmediğini, Allah'ın dualarını icabet etmediğini zannederler. Genellikle öyle düşünürler. Hâlbuki Allah'ın samimi olarak yapılan dualara yukarıda da izah edildiği gibi icabet etmemesi istisnalar dışında hemen hemen söz konusu değildir. Yani mutlaka Allah samimi yapılan tövbe ve dualara yakıyn sıfatı gereği anında kabul eder. Allah'ın çoğunlukla dualara icabet etmediği anlayışı Müslümanların beklenti farklılıklarından veya sonucun ne olacağını yanlış bildiklerinden yahut kendisine yanlış bilgi verildiğinden kaynaklanır. Hâlbuki günahkâr Müslüman işin doğrusunu bilse Allah'ın dualarını anında karşılık verdiğini görecektir. Ama bilmemektedir. Şimdi bu yanlış algılamanın nedenleri üzerinde durarak, samimi, içtenlikle tövbe ve dua nasıl yapılmalıdır, bu tarz duanın sonucu nasıl tecelli edecektir hep birlikte analiz edelim.
Günahkâr bir kul olarak tövbe ve dua edeceksek:
1- Kesinlikle yaptığımızdan pişman olacağız. 2- Allah'ı görüyormuş gibi Tövbe-i Nasuh'a ile tövbe edip bir daha yapmamaya yemin edeceğiz. 3- Allah'tan ne talep ediyorsak onu tek tek sayıp içtenlikle yalvararak isteyeceğiz.
Olayı somut hale getirirsek örneğin; İnsanlara zulüm ederek fakir zengin demeden, haramı helali dikkate almadan meşru, gayri meşru diye ayırt etmeden para kazanıp servet edindik, vs. sonra pişman olduk, tövbe etmek istedik gayri meşru işlere dalmadan helalinden ve meşru yollardan kazanç isteyerek Allah'a dua ettik diyelim. Böyle bir tövbe ve duanın sonucu şöyle tecelli edecektir;
1- Yapılan zulmün karşılığı olarak acı çekilecek. 2- Cenap-ı Hakkın takdirine bağlı olarak yapılanın aynısıyla mukabele edilebilir. 3- Gayri meşru olarak ne kazanıldı ise o varlıklar elden çıkarılarak kaybedilir. 4- Kul hakkı yenerek kazanılan varlıklar ya geri ödenir ya da onlar da elden çıkar, kaybedilir.
Neticede varlığından hep eksilme olur ta ki temiz, saf, duru ve özü elinde kalıncaya kadar. Yani varlığın ve kendin temizlenmeden, arı, duru, saf bir hale (vaziyete) gelmeden varlığının üzerine kazanç eklenmesi, kendi sahsının da arınmış Allah'ın istediği kul haline gelinmesi mümkün değildir. Çünkü Yanlış temel üzerine yapılan bina yine yanlıştır. Sünnetüllah'ta binayı doğrultmak, tamiratla değil binayı yıkıp yeniden yapmakla olur. Allah yanında günahkâr müslümanın doğrulması, onun hakiki mümin haline gelmesi, kendi nefsinden yanlışların kaybolup, sağlam temel üzerine yenilerinin eklenmesiyle ancak mümkün olur. Şimdi de bu görüşümüzü asr-ısaadette geçen tarihi bir olayla delillendirelim. İbni Mesud(ra)'tan rivayettir. Medine'de İslam Dini'ne giren bir Yahudi müslümanlığı kabul ettikten sonra başına kendi deyimiyle hep olumsuzluklar gelir. Gözü kör olur, malını mülkünü kaybeder, çocuklarından ölenler olur ve Hz. Muhammed(sav)'in huzuruna çıkarak:
-Ya Rasülallah! Beni affet ve bağışla. Ben İslam Dini'nden eski dinime geri döneceğim der. Ve Peygamberimiz(sav) sebebini sorar. Yahudi müslüman devamla :
-Ya Rasülallah! Ben bu İslam Dini'ni kabul edeliden bu yana, gözümü kaybettim. Mallarımı kaybettim. Şimdi de oğlumu kaybettim. Olumsuzluklar hiç peşimi bırakmadı. Bu din bana pahalıya patladı pek hayırlı gelmedi der. Bunun üzerine Peygamberimiz(sav):
“Ateşin altını, demiri, eriterek cürufunu temizlediği gibi İslam da müslümanların günahlarını temizler” buyurur.” Yani bozuk temelli binayı yıkar. Temeli yeniden yapıp katları onun üzerine inşa eder buyurmuştur. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi yanlış üzerine inşa edilen doğru, yine yanlıştır.
Bu hadisten de anlaşılacağı üzere müslümanın yapmış olduğu dualarına Allah'ın icabet etmiyor gibi görmesi, Cenap-ı Hak'tan değil, müslümanın kendi anlayış farkından kaynaklanmaktadır. Çünkü müslüman neyi istediğinin farkında değildir. Ona ataları dedeleri öyle söylediği için o öyle düşünüp algılamaktadır. O sadece taklit eder. Tahkik ve tefekkür etmez.
Peki, tövbe ve duayı sadece günahkâr kullar mı yapar. Günahkâr olmayan müminler tövbe ve dua yapmaz mı diye sorulacak olursa, elbette yapar. Çünkü Allah: “Sizin dualarınız olmasa ben size ne diye değer vereyim” buyurur. Yani İnsanoğlu her zaman Yaratanına günahlarının affı ve isteklerinin yerine gelmesi için günahkâr olsun olmasın tövbe, dua ve niyazda bulunur. Günahı varsa af olur. Yoksa “Nur üstüne nur olur.” Çünkü günahı olmayan müminin tövbe ve duası: “Pınar içindeki taşın, tekrar pınar suyu ile temizlenmesi gibidir.” En iyi ve doğrusunu Allah bilir. Kasım Ceylan Arslan - 14 Ocak 2011 |