03/02/2012
Tanzimat Dönemi'nden itibaren ülkesinin değerlerine ve hayat tarzına yabancılaşan bir aydın tipi türedi. Bu çeşit aydınlar, Batı'nın sanayi devrimi karşısında aşağılık kompleksine düşerek körü körüne yabancı hayranı oldular. Bunu, "mağlupların galiplere özenmesi" olarak da izah edebiliriz. Söz konusu aydınlar, kökleri ve değerlerinden habersiz düşünce üretiyor, ayağı yere basmayan bir üslupla yazıp çiziyorlar. Necip Fazıl böyle aydınları şu mısralarla eleştirir: "Yirmi dokuz harflik sözde aydınlar, / Yafta yazar, isim takar, başıboş." Türkiye'de bu aydın tipi hâlâ varlığını sürdürmektedir. Hem de yazarına "Aydın İhaneti" kitabını yazdırmaya vesile olacak ölçüde. Bu çeşitten türediler, her zaman milletimizin dinine, tarihine, aslına, köklerine dönmesinden rahatsız olmuşlardır.
Prof. Dr. Mehmet Görmez'in başkanlığındaki Diyanet, farklı ve güzel bazı hizmetlerin öncülüğünü yapmaya başladı. Her biri milletimizin takdir ve teveccühünü kazanan bazı hizmetler şunlar: Çocuk ve gençleri camilelerle buluşturma gayretleri, Doğu ve Güneydoğu'da yaşanan problemlere bölgenin maneviyat öncülerinden faydalanıp "İslam dininin birleştirici ve kardeşliğe teşvik eden özelliğini" öne çıkararak çözüm bulma çalışmaları, okul öğrencilerine umre organizesi, kadına yönelik şiddeti önleme projesi, ailelerin sevinçli ve acıklı günlerinde yanlarında yer alma programı. Fakat, o "sözde aydınlar" var ya! Onlar bu hizmetleri bir türlü içlerine sindiremiyorlar.
Ülkenin manevi dinamiklerinden faydalanılmalı
Diyanet'in olumlu projelerinden olan "mele - molla" konusu çok tartışıldı. Bu ülkenin her alanda yetişmiş insanları üzerinde emeği olan maneviyat öncülerinden faydalanmaktan daha güzel ne olabilirdi? Hem de güvenlik soruşturmasından geçtikten sonra. Bu uygulama, hem ülkesine hizmet eden seçkin insanları onore eder, hem de ülke onlardan azami derecede faydalanır.
Şimdi de umre konusunu kafaya taktılar. Umre ziyareti nedir? Mekke, Medine gibi İslam tarihinin kutsal yerlerini ziyaret etmek değil mi? Buralar, tüm müslümanların ortak ibadet mekanı. Suudi Arabistan veya diğer Arap ülkeleri ile irtibatlandırarak umre ziyaretlerini eleştirmek, hiç de ayağı yere basan görüşler olarak görülmüyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatip Liseleri'nden gelen talepleri dikkate alarak Devlet eliyle okul öğrencilerine yönelik umre organizesi gerçekleştirmeyi kararlaştırmış. Bundan tabii ne olabilir? Bu öğrenciler müslüman. Ayrıca, zaten Diyanet umre organizasyonunu senelerden beri yapıyor. Fakat, bir kaşık suda fırtınalar koparmaya alışmış bizdeki bazı aydınlar (!) feveran ediyor. Hele, biri var ki, önceki çalıştığı gazeteden, Türkiye'deki basını "dürüst olmamak ve döneklik"le suçlayıp yapılan yanlışlardan günah çıkararak ayrılmıştı. Şimdi de umre uygulamasından duyduğu rahatsızlığı şöyle ifade ediyor: "Çişini tek başına yapmaya henüz başlamış çocukları umreye göndermeye kalkıyorlar, ne yapacaksınız?.. Yeni Türkiye'dir bu..." Bunlar nasıl sözler? Diyanet'in ana okulu çocuklarını umre gezisi düzenleme gibi bir projesi yok ki!.. Her şey talep üzerine ve tabii seyriyle gelişiyor. Sonra, yazarın okul derslerindeki konuları İslam'ı hafife alarak bir anlatışı var ki!.. Baştan başa "ilme ışık tutan" prensiplerden oluşan dinimizi tanımadığı apaçık belli. İçinden çıktığı toplumun değerlerini tanımayan bir insan aydın olabilir mi?
Diyanet ne diyor?
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez umre eleştirilerine şöyle karşılık verdi: "Umre konusunu eleştirenlere, yarı yıl tatillerinde İspanya'dan, İtalya'dan, Almanya'dan Vatikan'a ne kadar öğrenci turlarının düzenlendiğini gidip izlemelerini tavsiye ederim. Müslüman bir ülkede, müslüman bir gencin, çocuğun müslümanların kıblesi olan Kabe'yi, sevgili Peygamberimiz'in (s.a.v) doğup büyüdüğü yerleri görme arzusuna Diyanet İşleri Başkanlığı'nın öncülük ve rehberlik yapması kadar tabii bir şey olamaz."
Türkiye aydını bu ülkenin tamamını kucaklamalıdır. İnanç ve tarihine sahip çıkmalıdır. Tabii olan budur. Bunu dikkate almayan aydınlar hiçbir zaman çoğunluğun desteğini arkasına alamamışlardır. Onların güç ve destek verdiği kurumların durumları da aynıdır.
Söz konusu aydınlar, bütün bunları "Atatürkçülük" adına yaptıklarını iddia ediyorlar. Bu iddia kimseye inandırıcı gelmiyor. Yaptıklarına bakarak insanlar diyorlar ki, "Acaba, Atatürk ve çevresi aramızda yaşıyor olsalardı, onlar Atatürk'ün başörtülü annesi, çarşaflı eşine nasıl muamele ederlerdi?" Yine, onlardan hiç "Atatürk'ün Balıkesir Hutbesi"ni dikkatlerimize sunanı göreniniz var mı? Hiç kimse kafasındaki dogmaları "Atatürkçülük" diyemez.
Bu ülke bizim! Bu insanlar bizim insanımız! Halkımızın gönlünde yer almak isteyenler, bu ülkenin dinine, tarihine ve hayat tarzına sahip çıkmak durumundadırlar. Bunu yapmayanlar tasvip edilmez ve zaman içinde unutulur giderler. İşte, halka rağmen yapılan söz ve icraatların bereketsizliği burada.