23/12/2015
1. "De ki: Ey nefislerine karşı haksızlık yapmakta aşırı
giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları
bağışlar. Çünkü O, yarlığayıcı ve bağışlayıcıdır."Zümer sûresi (39),
53
Âyet-i kerîmede geçen israf kelimesi, insanın yaptığı herhangi
bir işde haddini aşması demektir. Burada günahta aşırı giderek kendi öz
nefislerine haksızlık edenlere hitâbedilmektedir.
Kul kusursuz olmaz.
Bazılarının kusuru ise gerçekten büyük, çok büyük olabilir. Ama bir de Allah'ın
rahmeti vardır. Her dinde söz konusu edilen Allah'ın rahmeti, gerçek ifadesini
dinimizde bulmuştur. Dünyada hiçbir din, bu âyetin verdiği teselli ve ümidi
veremez. Çünkü âyet, Allah'ın engin rahmeti karşısında, işlenen bütün kusur ve
günahların önemini kaybedeceğini ve her insanın o ilâhî rahmetten istifade
edebileceğini ifade buyurmaktadır. Bu sebeple Hz. Ali ve Abdullah İbni Ömer gibi
bazı sahâbîler, Kur'an'da en ümit verici âyetin bu âyet olduğu görüşün
dedirler.
Ayrıca âyette, Allah'ın mağfiretinden değil de rahmetinden
ümidinizi kesmeyin, buyurulmuş olması, çok daha büyük ümit kaynağıdır. Çünkü
rahmetle muamele, bağışlamaktan sonraki lutuf ve ikramları da içine alır.
Nitekim ümit kesmemenin gerekçesi olarak âyette "Allah'ın bütün günahları
bağışlayacağı" zikredilmektedir.
Hiç şüphesiz bu âyette ilâhî rahmetin
enginliğinin hatırlatılması, günah işlemeye teşvik için değil, en günahkâr
insanların bile bir an önce tövbe etmelerini sağlamak içindir. Âyet-i kerîmenin
nüzûl sebebi kâfirlerin müslüman olması ise de hükmün, âsîlerin tövbesini
kapsadığında da şüphe yoktur. Çünkü Allah Teâlâ, tövbe edilmemesi halinde sadece
şirki affetmeyeceğini, bunun dışında dilediği kimselerin bütün günahlarını
bağışlayacağını bildirmiştir [bk. Nisa sûresi (4), 48 ].
2. "Biz nankörlük edenden başkasını
cezâlandırır mıyız?"
Sebe' sûresi (34), 17
Kur'ân-ı Kerîm,
Sebe'lilerin sahip kılındıkları nimetleri hatırlattıktan sonra, onların şükür
yerine nankörlük ettiklerini ve bu yüzden de uğratıldıkları sel felâketini
anlatmaktadır. Bu felâket sonrası o güzelim ülkenin aldığı içler acısı hal
gözler önüne serildikten sonra, Allah Teâlâ, onların nankörlük ettikleri için
böylesine bir cezaya çarptırıldıklarını bildirmekte ve sonra da "Biz nankörlükte
ve küfürde diretenden başkasını cezalandırır mıyız? buyurmaktadır. Bir başka
okuyuşa göre âyetin anlamı, "Nankörlük edenden başkası cezalandırılır mı?"
olmaktadır.
Her iki okuyuşa göre de âyet-i kerîmeden anlaşılan,
müminlerin böylesi bir cezalandırmaya tâbi tutulmayacakları müjdesidir. Çünkü
iman için dâima mağfiret ve bağışlanma varolagelmiştir.
3. "Gerçekten bize vahyolundu ki azap,
yalanlayan ve yüz çevirenleredir."
Tâhâ sûresi (20),
48
Yeryüzünde tanrılık iddia ederek haddini aşmış ve
İsrailoğullarına büyük zulüm yapmış olan Firavn'a gidip onu imana davet edecek
olan Hz. Mûsâ ve kardeşi Hz. Hârûn, daha önceden Allah Teâlâ tarafından ona
neler söyleyecekleri konusunda bilgilendirilmişlerdi. İşte bu âyet de, Firavn'a
söylemeleri için kendilerine verilen ilâhî tâlimat arasında yer almakta ve ilâhî
bir kanunu (sünnetullah) dile getirmektedir: "Azap, peygamberleri yalanlayan ve
Hak'tan yüz çevirenler üzerine iner!"
Yine bu âyette iman edenlerin
selâmette olduklarına işaret bulunmaktadır. Bu sebeple müminlerin -işledikleri
günahlara rağmen- Allah'ın rahmetinden ümitli olmaları gerekmektedir. Nitekim
Allah Teâlâ bir büyük müjdeyi daha şöyle vermektedir:
4. "Rahmetim, her şeyi
kuşatmıştır."
A'râf sûresi (7), 156
Bu ilâhî müjdenin içinde
yer aldığı A'râf sûresinin 156. âyetinin meâli şöyledir: "Bize bu dünyada da
iyilik yaz âhirette de. Çünkü biz (tövbe ederek) sana döndük. Allah buyurdu:
"Kimi dilersem onu azâbıma uğratırım; rahmetim ise, her şeyi kuşatmıştır. Onu
kötülükten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara
yazacağım."
Bu âyetin üst kısmında belirtildiği üzere Mûsâ aleyhisselâm,
İsrailoğullarından 70 kişi seçip tövbe için Tûr-i Sînâ'ya götürmüştü. Orada
cereyân eden olaylar sonucu şiddetli bir deprem (recfe) ile bu kişiler
bayılmışlardı. Bunun üzerine Hz. Mûsâ, Allah Teâlâ'ya tazarru' ve niyâzda
bulunarak, bağışlanmalarını dilemiş ve niyâzını "Bize bu dünyada da iyilik yaz
âhirette de. Çünkü biz tövbe ederek sana döndük" diye bitirmişti.
Allah
Teâlâ kendisine "Kimi dilersem onu azâbıma uğratırım. Rahmetim ise, her şeyi
kuşatmıştır..." diye cevap vermiştir. Burada rahmetin her şeyi kuşattığı, geçmiş
zaman kipiyle, azâbın ise gelecek zaman siğasıyla beyan edilmiş olması, dünyada
"şey" denilen her nesnenin başlangıç (mebde') itibariyle Allah'ın rahmetine
mazhar kılındığını göstermektedir. Azâbın ise, ortam veya sonuç itibariyle söz
konusu olacağı anlaşılmaktadır. Bu demektir ki, önceden rahmet sahasına girmiş
olanlardan daha sonra azâb çekecek olanlar bulunabilecektir. Tabiî, bağışlanıp
rahmet sahasında kalacaklar da bulunacaktır. Dünyada rahmetle muamele görmüş
olmak, âhirette de aynı muameleyi görme garantisi değilse de
ümididir.
Rahmeti ve rahmetin sonucu olan dünya ve âhiret iyiliğini Allah
Teâlâ, "Kötülükten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara
yazacağım" buyurarak hem Muhammed ümmetinin bazı vasıflarına işaret etmiş hem de
insanları bu vasıfları kazanmaya davet etmiştir.
Bu engin rahmet-i ilâhîden
yararlanma ümit ve gayreti içinde olmak, en büyük kurtuluş
ümididir.
Hadisler
413. Ubâde İbni's-Sâmit radıyallahu anh'den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim, Allah'dan başka ilâh yoktur, yalnız Allah vardır, şeriki
yoktur; Muhammed, Allah'ın kulu ve resûlüdür. İsâ da Allah'ın kulu ve elçisi,
Meryem'e bıraktığı kelimesi ve Allah tarafından (hayat verilen) bir ruhtur.
Cennet, haktır ve gerçektir, cehennem de haktır ve gerçektir" diye şehâdet
ederse, Allah o kimseyi, ameli ne olursa olsun, cennete koyar".Buhârî, Enbiyâ
47; Müslim, Îmân 46
Müslim'in bir başka rivâyetinde (Îmân
47);
"Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Allah'ın resûlüdür" diye
şehâdet eden kimseye Allah cehennemi haram kılar"
buyurulmaktadır.
Açıklamalar
Allah'ın rahmetini ümit etme
konusunda en büyük güvencelerden birini kendisinde bulduğumuz bu hadîs--i şerîf,
imanı esas alan en kapsamlı hadislerdendir. Peygamber Efendimiz, bu
hadislerinde, Ehl-i kitaptan farklı olarak İslâm'ın inanç çerçevesini
belirlemiştir. Zira hadiste Allah'dan başka, kendisine kulluk yapılmaya lâyık
herhangi bir ilâh olmadığı, yalnızca Allah'ın var olduğu, eşi-ortağı
bulunmadığı; Muhammed'in Allah'ın kulu ve resûlü olduğu ısrarla ifade
edilmektedir.
Ayrıca Hz. Îsâ'yı (teslis akidesi gereği) Allah veya
Allah'ın oğlu tanıyan hıristiyanlar ile, Hz. Îsâ'nın peygamberliğini inkar
ederek annesi Meryem'e zinâ suçlamasında bulunan yahudilerden farklı olarak
Îsâ'nın da Allah'ın kulu ve resûlü olduğu belirtilmiştir. Nitekim, Nisâ
sûresi'nin 171 ve 172. âyetlerinde, "Allah'ın (tekvini bir emirle) Meryem'(in
rahmin)e bıraktığı bir kelimesi ve Allah'dan (sadır olan "ol" emriyle vücud
bulmuş) bir ruh" olduğu ifade edilmektedir.
Hadiste yer alan Hz. Îsâ
hakkındaki bu kayıt, cennete girebilmek için, İslâm'ın belirlediği çerçevede
sağlam bir tevhid inancına sahip olmak gerektiğini ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla, hıristiyanların ve yahudilerin artık özellikle Hz. Îsâ hakkındaki
inançlarını düzeltmeleri gerektiği, kendi inançları üzere kaldıkları sürece,
tevhide inanmış olamayacakları ve tabiî sonuç olarak da cennete giremiyecekleri
anlatılmaktadır. Nitekim peygamberler içinden sadece Hz. Îsâ'nın burada
zikredilmesi de, Ehl-i kitabın onun hakkında yanlış inanışlara sahip olmaları
sebebiyledir.
Müslim'deki rivayette "Sekiz cennet kapısından hangisini
isterse ondan cennete koyar"ifadesi bulunmaktadır. Buhârî'deki "ameli ne olursa
olsun.." beyanı, ümit vermek bakımından daha güçlü gözüküyorsa da iyice
düşünüldüğü zaman, her iki ifadenin hemen hemen aynı seviyede ümit verici olduğu
anlaşılacaktır. Zira "sekiz cennet kapısından herhangi birini tercih hakkı",
"amelinin ne olduğuna bakılmadığını" gösterir.
Âlimlerimiz, mü'min
olanın cennete girme bahtiyarlığını mutlaka tadacağını, bunun ise ya doğrudan
veya işlediği günahların cezâsını cehennemde çektikten sonra gerçekleşeceğini
bildirmektedirler. Ancak Sahîh-i Müslim'deki "Allah'tan başka ilah yoktur ve
Muhammed Allah'ın resûlüdür, diye şehâdet eden kimseye Allah cehennemi haram
kılar". Hadisi, -her ne kadar "Cehennemde temelli kalmayı haram kılar" şeklinde
yorumlanmışsa da- Allah'ın ve Resûlü'nün bildirdiği şekil ve muhtevada inanç
sahibi olanların cehennem azâbından emin olacaklarını tesbit etmekte, başkaca
bir şart koşmadığı için de önceki rivayetten daha büyük bir ümit telkin
etmektedir. Ümit konusuna, böylesine mutlu bir sonucu belirleyen hadis ile giriş
yapmak ümit kapılarını sonuna kadar açmış olmak bakımından pek münâsip
düşmüştür.
İmâm Müslim'in rivâyet ettiği bu hadisin, bir de güzel
mâcerâsı vardır. Hadisin râvilerinden Sunâbihî diyor ki: Kendisi ölüm döşeğinde
iken Ubâde İbni's-Sâmit'i ziyârete gittim. Durumunu görünce üzüntümden ağlamaya
başladım. Bunun üzerine bana:
- Ağır ol, neden ağlıyorsun bakayım? Allaha
yemin ederim ki, benden şâhitlik yapmam istenirse senin lehinde şehâdet ederim.
Bana şefaat yetkisi verilirse, sana şefaat ederim. Gücüm yeterse mutlaka sana
yardımcı olmaya çalışırım, dedi sonra şunları ilâve etti: Allah'a yemin ederim
ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den işittiğim, içinde sizin için
müjde ( hayr ) bulunan her hadisi -biri hâriç- mutlaka size rivayet ettim. O bir
tek hadisi de, son demlerimi yaşadığım bu gün (şu anda) söyleyeceğim. Ben
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i:
"Allah'tan başka ilâh yoktur ve
Muhammed Allah'ın resûlüdür diye şehâdet eden kimseye Allah cehennemi haram
kılar" buyururken işittim.
Bu olay açıkça gösteriyor ki, Ubâde
İbni's-Sâmit hazretleri son demlerini yaşarken, gerçekten büyük bir ümit içinde
bulunuyor ve büyük bir ihtimalle Allah'ın huzuruna çıkacağını düşünerek ağlamaya
başlayan Sunâbihî'yi de Resûlullah'dan öğrendiği ilâhî bir müjde ile teselli
ediyordu.
Müjde dozu yüksek olan ve helâl-haram gibi fıkhî bir hükümle
ilgili bulunmayan hadisleri, tenbellik etmesinler diye son ana kadar rivayet
etmemek ashâb-ı kirâm'ın yapageldiği bir uygulamadır. Onlar bir gerçeği, bir
emâneti gizlemiş olmanın vebâlinden çekinerek son anda böylesi hadisleri rivayet
etmişlerdir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İman, ümitli olmak için
yeterlidir.
2. Tevhide sahip çıkmak, Allah'ın rahmetine kavuşmak için yegâne
şarttır.
3. Ehl-i kitabın özellikle Hz. İsâ hakkındaki inançları hatalıdır.
Bu konuda İslâm'ın belirlediği esaslar geçerlidir.
4. Cennet mü'minler
içindir.
5. Yaşarken korkunun, ölüm öncesinde ümidin fazla olması uygundur.
Diğer bir söyleyişle ölürken ümitli olabilmek için korku yoğun bir yaşayışa
sahip olmaya bakmak gerekir.
Riyazüs Salihin